Hayat o kadar hızlı akıp gidiyor ki…
Ben insanları gözlemlemeyi çok severim. Neler giyinirler, nasıl konuşurlar, nerelere giderler, ne yerler, nelere gülerler, neler okurlar, pek bir ilgilenirim. Son birkaç aydır vapur yolculuklarım, uçak yolculuklarım arttı. Bu yolculuklarımda insanlara durup bakıyorum. Herkes bir koşturma içinde, herkes pek bir meşgul. Herkes dünyanın kendi etrafında dönüp durduğunu, kendisinin vazgeçilmez olduğunu ve hatta hatta dünyanın en önemli şahsiyeti olduğunu ZANNEDİYOR. Oysaki dünyanın nüfusunu düşünecek olsak, kendimizin o kadar da önemli olmadığını şıp diye anlarız. 🙂
Hayatımız boyunca hep bir yerlere yetişmek için koşturmuyor muyuz?
Doğduğumuz an itibarıyla hayatımızın planları birileri tarafından yapılmaya başlanıyor ki bu birileri genelde anne baba olmakla beraber bazen teyzeler de olabilir. Malum, ben bir teyzeyim ve artık teyzeler pek bir önemli. 🙂
Beni düşünecek olursak, çocukluğumda yapacaklarıma hep annem karar vermiştir. İlkokulda benim kadar okul değiştiren başka kaç çocuk vardır bilmiyorum. Varsa da babasının tayin durumundan falandır. Annem okullara gider bakar, sonra beni yazdırır ve ben tam alışmışken hoooooop, “Bu okul olmadı!” der, başka okula yazdırırdı. Sonrasında hayatım boyunca bir sınavdan başka sınava hazırlandım durdum. Ama asıl bomba şu: Bizim zamanımızda (Pek bir yaşlı gibi oldu ama neyse!) lisede edebiyat-fen bölümleri diye ayrım yapılırdı. Ben annemin öngörüsü ve üstün sezgileriyle fen bölümüne yazıldım ve iki yıl boyunca fizik, kimya, matematik ve biyolojim 10 üzerinden 5’i geçemedi.
Sonrasında hep bir şeylere, bir yerlere yetişmek için uğraştım durdum. Üniversiteye girdim. (Oysaki ben konservatuara girip kesinlikle tiyatrocu olmalıydım ama o apayrı bir konu.) Daha üniversiteye devam ederken iş hayatına atıldım. Hep çok çalıştım. Kitap okuma alışkanlığım 19’lu yaşlarımda başladı. Arayı kapatayım diye hızlı okuma kurslarına gittim ve haftada 2 kitap hedefledim. Bazen 3 kitap okuduğum oldu. Araba kullanmaktan korkuyor olmama rağmen 19 yaşımda ehliyetimi aldım ve o gün bugün araba tepesinden inmedim. Hep etrafımdaki insanların mutlu olması için saçma sapan fedakarlıklar yaptım. İyi bir insan olmak için çok ama çok ama gerçekten çok çaba sarf ettim…
Hepinizin benzer koşturmaları mutlaka olmuştur, oluyordur, eminim.
Ama bu arada kendimi çok ihmal ettim. Önceliklerim, yapmak istediklerim hep ertelendi. Hayatımı erteledim. Hayatın tanınması gereken yerlerini çok da tanıma fırsatım olamadı. Bu sebeple ki çok hatalar yaptım ve bedellerini de en ağır şekilde ödedim. Hep bir koşturma, yetişme telaşım vardı da nereye yetişeceğimi bazen unuttuğum, bilemediğim olmuyor değildi.
Bu yıl hayatımda ilk kez en yakınlarımdan birini, babamı kaybettim. Aslında bu kayıp beni hayatla yeniden tanıştırdı. Ölüm vardı. Hem de ne zaman olacağını bilemediğimiz koskoca bir gerçek olan ölüm vardı. Hepimiz biliyorduk bir gün mutlaka öleceğimizi ama hiç de bilir gibi değildik.
Zor günler vardı. Hem de altında ezilip yok olduğunuzu, bir daha aydınlık bir gün bile göremeyeceğinizi düşündüğünüz zor günler vardı. Ve ZAMAN vardı. Bütün yaraları saran sarmalayan, iyileştiren ZAMAN vardı.
Bütün bu yıl yaşadıklarıma bakacak olursam “Yaşadığım her şeyi iyi ki yaşamışım.” diyorum.
Gerçekten diyorum. Kızgın olduklarım, affetmeyeceklerim olmasına rağmen kendimi onları hayatımın gerisinde bırakacak kadar güçlü hissedebiliyorum. Her güne şükredebiliyorum. Yapmak istediklerimi yapıp, istemediklerime “hayır” diyebiliyorum.
Ve ömrümü bir şeylere yetişmek uğruna harcamaktan vazgeçip, anı yaşamanın keyfini çıkarıyorum.
Bunları yapabilmem için ben 43 yaşıma gelmeyi bekledim. Umarım siz daha erken becerirsiniz.
Ama hiçbir şey için geç kalmadığınızı da aklınızın bir köşesinde turun derim. 🙂
Sevgilerimle…