Sıkıntınızı, derdinizi, üzüntünüzü, hatta huysuzluğunuzu karşınızdakinin anlaması, size destek olması ne kadar önemlidir. Halinizden anlaması…
Herkes, hepimiz nasıl da kendi telaşlarımıza düşmüş yaşıyoruz. Varsa yoksa dünya işleri… Etrafımızda olup biten bir sürü şeyi nasıl da görmezden geliyoruz.
Yaşanan bir sürü olumsuz olayda (eğer kendi başımıza gelmemişse) yaşananlardan ders almak bir yana, üstüne de bir sürü yorum katmıyor muyuz? “Ben olsam affetmem, ben olsam asla öyle yapmam, ben olsam kapıyı vurur çıkarım, ben olsam bir dakika bile düşünmem.” demedik mi, demiyor muyuz? Hayat böyle büyük sözleri dönüp dolaşıp sana yaşatmadan peşini bırakmıyor, bilesiniz.
Son yıllarda hayatıma şöyle dönüp baktığımda, benim “asla” dediklerimi tek tek yaşadığımı düşündükçe “Tuğba, artık ‘asla’ demeyeceksin!” diyorum. “Kimsenin yaşadığı herhangi bir şey için olumlu olumsuz bir yorum yapmayacak, içten içe ayıplamayacaksın. Haddini bileceksin.” diyorum.
“Herkes bir hayat yaşıyor ve o hayatın koşulları içinde yaşananlara verilen tepkiler o insanın duyguları, düşünceleri ve şartlarıyla sınırlıdır. Bil bunu!” diyorum.
Hayat maalesef ki adil değil. Hepimiz bunu çok iyi biliyoruz. Bunu anlayıp, buna göre etrafımızdaki her şeyi sil baştan gözden geçirebilirsek çok yol alıyoruz. Tabi yol almak istersek!..
“Güzel günler gelecek, ben oturup bekleyeyim.” ya da “Biri gelip hayatımdaki tüm olumsuzlukları halledecek.” diye durursak öylece yerimizde kalıveriyoruz. Biz adım atmadıkça, çabalamadıkça hiçbir şey olmuyor. Hatta durduğumuz yerde bile kalmıyor, gerileyip, yok olup gidiyoruz.
Hayat başkalarının hayatını yaşamayacak kadar kısa.
Son zamanlarda çok arkadaşımı zamansızca bu dünyadan uğurlamak zorunda kaldım. Yine birçok arkadaşımın hasta olduğunu öğrendim. Üzerine babamı da yolcu ettiğimde ilk kez hayatın en acımasız yüzüyle tanıştım. Ölüm diye korkunç bir gerçek vardı.
Ne zaman bu hayata veda edeceğiz bilmiyoruz bile. Bunun yıllar sonra olacağının senedi var mı elimizde? Hayır, yok. Bu gerçek hepimizin vakti geldiğinde -ki o vakit ne zaman muamma- kapısını çalıyor, çalacak.
Başkalarının hayatları, yanlışları -ki bize göre yanlış-, mutlulukları, mutsuzlukları bizim hayatımızın önceliği olmamalı. Herkes kendi koşullarında ne yaşıyorsa yaşasın, kimi seviyorsa sevsin, kime 100. kez şans veriyorsa versin, kimi affediyorsa affetsin, kimin için en yapılmazı yapıyorsa yapsın, kimin için insan kılığından çıkıyorsa çıksın, nereye gidiyorsa gitsin, ne yapıyorsa yapsın.
Kendimi biriyle ilgili bir şey düşünürken bulduğumda “Tuğba, sana ne?” diyorum. (Dikkat edin, “düşünürken” diyorum artık. Konuşmuyorum. Aferin bana, sadece ara sıra düşünüyorum. :))
Yine bana biri başka biri hakkında bir şey anlatmaya kalktığında ona “Bana ne?” diyorum.
Bunları yapabildikçe inanın çok rahatlıyorsunuz, özgürleşiyorsunuz. Kendi hayatınızı inşa etmeniz dışında uğraşınız telaşınız olmuyor. Kendi kusurlarınızı kendi eksiklerinizi tamir etmeye çabalıyorsunuz. Aldığınız nefesin hakkını vermeye çalışıyorsunuz. Aynı hataları aynı pişmanlıkları yaşamamaya gayret ediyorsunuz.
Aklınızda olsun, güzel günler gelmiyor, siz günleri güzel kılmak için çok uğraşıyorsunuz.
Kolay olmuyor ama oluyor, emin olun.
Sevgilerimle…